14-28 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerini Cumhur İttifakı kazandı. İttifak TBMM’de salt çoğunluğu elde ederken, Sayın Erdoğan ikinci turda yüzde 52 oyla bir dönem daha Cumhurbaşkanı seçildi. Böylece Türkiye, otoriter bir rejimi seçimler yoluyla değiştiren çok az sayıdaki ülkeler arasına giremedi. Bu sonuç, seçime kesin zafer ümidiyle giren muhalefet cephesinde derin bir hayal kırıklığı yarattı ve çeşitli özeleştirilere yol açtı. Bu yazıda bu eleştirilerin ne derece isabetli olduğu tartışılacaktır.
Bu iddiaları temelsiz ve gerçek-dışı bulduğumu daha önce çeşitli vesilelerle ifade etmiştim. Kanımca Altılı Masa (Millet İttifakı), farklı siyasal geleneklerden gelen altı siyasal partiyi aynı hedefler etrafında bir araya getirmekle, Türk siyasal hayatında şu ana kadar başka örneği olmayan bir başarı sağlamıştır. Bu ittifak, Güçlendirilmiş Parlamenter Rejim önerisi, anayasa değişikliği önerisi ve Ortak Politikalar Mutabakat Metni gibi çok önemli ve kapsamlı konularda mutabakat sağlamıştır. Ortak Politikalar Mutabakat Metni, 2300 küsur konuda hangi politikaların izleneceğini belirtmek suretiyle, gerçek bir hükümet programı niteliğindedir. Altı partinin üzerinde anlaşmaya vardığı hususlar, aralarındaki fikir ayrılıklarından çok daha önemli ve geniş kapsamlıdır. Kaldı ki böyle bir ittifak olmaksızın rejimi demokratik yönde değiştirecek bir anayasa değişikliği için gerekli çoğunluğu bulmak imkânsızdır. İttifakın en büyük partisi CHP’nin oy oranı, çok-partili dönemin büyük bölümünde yüzde 25-30 arasında seyretmiştir. Bu oran bütün çok-parti dönemi boyunca sadece iki defa (1957 ve 1977) olağanüstü şartlar nedeniyle yüzde 40’ı geçebilmiştir. 2000’li yıllarda bu oran, yüzde 30’un altında kalmıştır: 2000: 19,4; 2007: 20,9; 2011: 20,6; 2015: 25,32; 2018: 22,65. Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’yi ittifak ve helalleşme politikaları nedeniyle suçlamak, bu partiyi görünür gelecek için yüzde 20-30 bandına mahkûm etmek demektir. Rejim değişikliğini hedefleyen bir CHP’nin muhafazakâr partilerle ittifaka girmesi bir zorunluluktur. Aynı nedenlerle, parlamenter rejime geçiş sürecinde ittifak partileri liderlerine eşit imza, başka bir deyimle veto yetkisi tanındığı, bu yüzden sistemin sürekli olarak tıkanacağı yolundaki eleştiride de isabet yoktur. Altı partinin mutabakatıyla hazırlanan Geçiş Süreci Yol Haritası’nda böyle bir zorunluluk yoktur. Kaldı ki böyle bir hüküm, yürürlükteki Anayasa’ya açıkça aykırı olurdu. Yol Haritası’nda vurgulanan husus, yürütme organı politikalarının müzakere ve uzlaşma yoluyla belirlenmesidir ki, bunda eleştirilecek bir yön yoktur. Temel kararların tek adamın istekleri yerine ortak aklın ürünü olmasını memnuniyetle karşılamak gerekir. Bütün bu eleştirilerin temelinde, Türk kamuoyunun önemli bir bölümüne hâkim olan koalisyon korkusunun yattığı açıktır. Oysa bu, yersiz bir korkudur. Avrupa demokrasilerinin hemen hepsi, birçoğu uzun süreli ve başarılı olan koalisyon hükümetlerince yönetilmektedir. Türkiye’nin bugünkü siyasal parti sisteminin yapısı düşünüldüğünde, görünür gelecekte bizim de koalisyon hükümetlerince yönetilmemiz kaçınılmaz görünmektedir. Koalisyonlardan kurtulmak gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılan bugünkü ucube hükümet sisteminde de adı konulmamış bir koalisyon hükümeti söz konusudur. Eleştirilerin bir uzantısı da, 2023 seçimlerinin Millet İttifakı, özellikle CHP bakımından bir yenilgi olduğu, dolayısıyla CHP’de bir lider değişikliği gerektiği görüşüdür. İlk bakışta bu görüşte bir gerçeklik payı olduğu düşünülebilir. Gerçekten Cumhur İttifakı’nın, son yıllardaki yakıcı ekonomik sorunlara, artan işsizliğe, gelir dağılımındaki bozulmaya, ayyuka çıkan yolsuzluklara ve kayırmacılığa, toplumun büyük bölümünün şikâyetçi olduğu sığınmacılık sorununa, devlet kurumlarındaki çürümeye rağmen seçimi kazanması, açıklanması güç bir durumdur. Ancak yakından bakınca bu iddianın da abartılı olduğu görülmektedir.
MİLLET İTTİFAKI’NIN YAPISI
Bu özeleştirilerin muhtemelen en radikali, Millet İttifakı’nın yapısına ilişkin olanıdır. Bu iddiaya göre CHP’nin beş muhafazakâr eğilimli partiyle kurduğu ittifakın kazanma şansı zaten çok azdı. Çünkü muhafazakâr seçmenlerin önemli bir bölümü, CHP aleyhindeki önyargılarını terk etmeyecek ve CHP’li bir Cumhurbaşkanı adayına oy vermeyeceklerdi. Bu çevrelerce sık sık dile getirilmiş olan “kazanacak aday” ifadesi, bu bakış açısının bir ürünüdür. Üstelik, aralarında temel görüş ayrılıkları olan bu muhalefet partileri, bir ittifak halinde iktidara gelebilseler dahi ortak bir istikrarlı politika izleyebilmeleri son derece güç olacaktı. Gene, Altılı Masa’nın oluşmaya başladığı günlerden itibaren ona yöneltilen “beş (daha doğrusu altı) benzemez” nitelendirmesi de aynı menfi bakış açısının ifadesidir.Bu iddiaları temelsiz ve gerçek-dışı bulduğumu daha önce çeşitli vesilelerle ifade etmiştim. Kanımca Altılı Masa (Millet İttifakı), farklı siyasal geleneklerden gelen altı siyasal partiyi aynı hedefler etrafında bir araya getirmekle, Türk siyasal hayatında şu ana kadar başka örneği olmayan bir başarı sağlamıştır. Bu ittifak, Güçlendirilmiş Parlamenter Rejim önerisi, anayasa değişikliği önerisi ve Ortak Politikalar Mutabakat Metni gibi çok önemli ve kapsamlı konularda mutabakat sağlamıştır. Ortak Politikalar Mutabakat Metni, 2300 küsur konuda hangi politikaların izleneceğini belirtmek suretiyle, gerçek bir hükümet programı niteliğindedir. Altı partinin üzerinde anlaşmaya vardığı hususlar, aralarındaki fikir ayrılıklarından çok daha önemli ve geniş kapsamlıdır. Kaldı ki böyle bir ittifak olmaksızın rejimi demokratik yönde değiştirecek bir anayasa değişikliği için gerekli çoğunluğu bulmak imkânsızdır. İttifakın en büyük partisi CHP’nin oy oranı, çok-partili dönemin büyük bölümünde yüzde 25-30 arasında seyretmiştir. Bu oran bütün çok-parti dönemi boyunca sadece iki defa (1957 ve 1977) olağanüstü şartlar nedeniyle yüzde 40’ı geçebilmiştir. 2000’li yıllarda bu oran, yüzde 30’un altında kalmıştır: 2000: 19,4; 2007: 20,9; 2011: 20,6; 2015: 25,32; 2018: 22,65. Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’yi ittifak ve helalleşme politikaları nedeniyle suçlamak, bu partiyi görünür gelecek için yüzde 20-30 bandına mahkûm etmek demektir. Rejim değişikliğini hedefleyen bir CHP’nin muhafazakâr partilerle ittifaka girmesi bir zorunluluktur. Aynı nedenlerle, parlamenter rejime geçiş sürecinde ittifak partileri liderlerine eşit imza, başka bir deyimle veto yetkisi tanındığı, bu yüzden sistemin sürekli olarak tıkanacağı yolundaki eleştiride de isabet yoktur. Altı partinin mutabakatıyla hazırlanan Geçiş Süreci Yol Haritası’nda böyle bir zorunluluk yoktur. Kaldı ki böyle bir hüküm, yürürlükteki Anayasa’ya açıkça aykırı olurdu. Yol Haritası’nda vurgulanan husus, yürütme organı politikalarının müzakere ve uzlaşma yoluyla belirlenmesidir ki, bunda eleştirilecek bir yön yoktur. Temel kararların tek adamın istekleri yerine ortak aklın ürünü olmasını memnuniyetle karşılamak gerekir. Bütün bu eleştirilerin temelinde, Türk kamuoyunun önemli bir bölümüne hâkim olan koalisyon korkusunun yattığı açıktır. Oysa bu, yersiz bir korkudur. Avrupa demokrasilerinin hemen hepsi, birçoğu uzun süreli ve başarılı olan koalisyon hükümetlerince yönetilmektedir. Türkiye’nin bugünkü siyasal parti sisteminin yapısı düşünüldüğünde, görünür gelecekte bizim de koalisyon hükümetlerince yönetilmemiz kaçınılmaz görünmektedir. Koalisyonlardan kurtulmak gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılan bugünkü ucube hükümet sisteminde de adı konulmamış bir koalisyon hükümeti söz konusudur. Eleştirilerin bir uzantısı da, 2023 seçimlerinin Millet İttifakı, özellikle CHP bakımından bir yenilgi olduğu, dolayısıyla CHP’de bir lider değişikliği gerektiği görüşüdür. İlk bakışta bu görüşte bir gerçeklik payı olduğu düşünülebilir. Gerçekten Cumhur İttifakı’nın, son yıllardaki yakıcı ekonomik sorunlara, artan işsizliğe, gelir dağılımındaki bozulmaya, ayyuka çıkan yolsuzluklara ve kayırmacılığa, toplumun büyük bölümünün şikâyetçi olduğu sığınmacılık sorununa, devlet kurumlarındaki çürümeye rağmen seçimi kazanması, açıklanması güç bir durumdur. Ancak yakından bakınca bu iddianın da abartılı olduğu görülmektedir.